"Ağaca çıkmak istiyorum" hikayesi

         Bir gün Roma'ya yolunuz düşerse mutlaka kafeler ve çiçek dükkanlarının çevrelediği minik bir meydana göz atınız. Bu meydanın adı Campo dei Fiori (Çiçek Tarlası)'dır; tam ortasında dimdik duran bir insan heykeli göreceksiniz. Bilim ve özgür düşüncenin anıtı olan bu bronz heykel, 1600 yılının soğuk bir Şubat günü aynı yerde diri diri tahta ateşinde yakılan ve 'düşünce özgürlüğünün ilk havarisi' olarak kabul edilen, İtalyan filozof, astronom, matematikçi, şair ve rahip Giordano Bruno’ya aittir.

                                                                                                     

         Her ne kadar bir Galileo Galilei kadar bilinmese de, Giordano Bruno atom düşüncesini ve evrenin sonsuzluğunu ilk savunanlardandır. Zeki ve devrinin başkaldıranlarından olan Bruno, kiliseye karşı bir sistem içinde yer aldığından din sapkınlığı ile suçlanır. Çağdaşı Galileo Galilei Engizisyon(Latince soruşturma demek) mahkemesi karşısında gerilediği ve düşüncelerini yadsıdığı halde, Giordano Bruno düşüncelerinden dönme yerine diri diri yakılmayı yeğlemiştir.

“Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım.”

         Yukarıdaki sözlerinden de anlaşılacağı gibi, asla fikrinden dönmemiş ve ödün vermez tavrıyla tanınmıştır. Aristarkos ve Kopernikus'un güneş merkezci sistemini, Aristoteles ve Ptolemaios'un dünya merkezci sistemine karşı savunmuştur. Bruno'ya göre evren sonsuz ve canlı bir organizmadır. Dogmalara karşı çıkmıştır. Çağının boş inançlarını ve kötülüklerini yermiştir. Döneminde dörtbin sayfayı aşan yazıları mevcuttur.  Giordano Bruno karanlıkla savaşın simgesidir.

          Aristotalesçi düşünceye karşı çıkarak, söylemleri sebebiyle 17 Şubat 1600 yılında Engizisyon'ca diri diri yakılan Giordano Bruno gerçeği şöyle haykırmıştır;

“Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar.

                                                                                           

          Gelelim “Ağaca çıkmak istiyorum.”un hikayesine: Bruno’nun gençliği Dominiken manastırında geçer… Manastırda kapıyı kitlemek yasaktır. Ama kitap okumak daha çok yasaktır. Bruno kilitli kapılar ardında gizli gizli kitap okumaktadır. En yakın çocukluk arkadaşı onu yakalar ve günah işlediği için ona çok kızar. Bruno da çocukluk arkadaşına en masum şekilde açıklar; çocukken ağaca çıkardık. Ağaca çıkmak yasaktı. Senin amcan bizi yakalar ve kolumuzdan tuttuğu gibi eve götürürdü. Biz ne yapardık? Yasak olduğu için ilk fırsatta yine ağaca çıkmaya çalışırdık. Sonra düşmüştük. Sen bacağını kırmıştın. Oysa amcan yasaklamak yerine, ağaca nasıl çıkılacağını bize öğretse daha iyi olmaz mıydı? Böylece düşmezdik. Kitapları yasaklamak yerine okumama izin ver. Bilmediğimiz o kadar çok şey var ki… Ağaca çıkıp, özgür ve mutlu olduğumuz günleri hatırla, der arkadaşına ve ortak eder günahına.(!)

Bruno işkence ile sorgulanırken, gücünün tükendiği bir an sayıklayarak;

Ağaca çıkmak istiyorum. Ağaca çıkmak istiyorum.” diye avaz avaz bağırır.

Papaz hiçbir şey anlamaz tabii ki…

          Aydınlanma evrensel bir olgudur. Sorgulama, düşünme, eleştirme ve özgürlük kavramlarını kimse engelleyemez. Aydınlanmaya karşı gelenlerin zaman içinde onun ışıkları karşısında erimesi ve yok olması kaçınılmazdır. Bu gerçeğin en açık ve trajik kanıtı da Giordano Bruno’dur.